27.4.10

Nisan

Günler iyice uzadı. Akşamın geç gelmesi, havanın bir türlü kararmaması, yeni günlük düzenimize iyi denk geldi. Emine bizi bırakalı 1 ay oldu. Bulaşık makinası bozulduktan birkaç gün sonraydı. "Dory Hanım, bu makinayı yaptırmayacak mısınız? Kollarım ağrıyor bulaşık yıkamaktan" dedi önce. İki gün sonra da yılbaşında zam yapmayışımı bahane edip ayrıldı. Zaten Aralık başında işe başladıydı. Bütün aldığı kiraya gidiyormuş, elinde hiç birşey kalmıyormuş...

Bulaşık makinasının yurtdışından beklenen parçası hala gelmedi. Kaç haftadır, önümüzdeki hafta Salı gümrükten çekilecekmiş deyip duruyor servis. Ben anne evinde ev işlerine yardım eden bir kız değildim; annem istemezdi, tek sorumluluğum ders çalışmaktı. Evlendikten sonra kayınvalidemin yazlığında bulaşıkları yıkardım ara sıra, ondan görüp öğrenmiştim, pilav yapmayı ondan öğrendiğim gibi. Anne evinde bulaşık yıkamayı öğrenmeyince mutfağı sıfırlamayı da pek beceremiyor insan. Hani yemekten kalkınca 10 dk sonra tezgahın üstünü bomboş, tertemiz yapan kadınlar vardır, hep özenmişimdir... Emine gidince, Nemo da okul çıkışı Süzmebal'ın servisine binip annemin evine gitmeye başladı. Ben de iş çıkışı uğrayıp oradan alıyorum. Hatta haftada iki gün gelen öğretmen de oraya gidiyor. Ben de haftada iki gün iş çıkışı spora giderim diye düşündüm ama hep bir şey çıktı, ya işten saatinde çıkamadım, ya bir acil iş vardı... Bu hafta bir şey çıkmaz da başlarım umarım.
(Ben yazıyı yayınlayana kadar çıktı bile; bu hafta da sporsuz geçti.)

Geçen haftalarda uğraştığımız şeylerden biri de Paris'in ameliyatı, daha doğrusu sonrası oldu. Dikişleri alınana kadar bakmaları için Shrek'in annesine bırakmıştık. İlk iki gün her şey normal gibiydi, ama sonra durumu kötüleşti, hiçbir şey yiyip içmemeye başladı; ateşi çıktı, kustu, bir deri bir kemik kaldı. Tablo, peritonit, yani karın zarı iltihabına benziyormuş. Shrek ona serum verdi, antibiyotik iğneleri yaptı. Shrek'in annesi Paris'i veterinere taşıdı, babası sabaha kadar başında bekledi, sonunda küçük hanım hayata döndü. Şimdi evde, eskisinin iki katı mama yiyor, gücünü toplamaya çalışıyor.


Yukarıdaki fotoğraf Nemo geçen Pazartesi yataktan kalkmayı reddedip okula gitmediğinde, ben üstündeki yorganı alıp, hatta pijama altını çıkarıp o gün okula giderken giymesi gereken eşofman altını giydirdikten sonra bile yatmaya devam ederken Paris'in gidip yanına yerleşmesinin resmidir.
Kedimiz olmasına hala tam alışamadım; ütü masasında uyuduğunda, elbise dolabının üstüne sıçradığında, Nemo'nun masasındaki çanaktan yeşil erik çalıp top gibi oynadığında hala şaşırıyorum.
Nemo normal, okula gitmeyi sevmeyen, genellikle söylene söylene kalkan, ama akşamüstü okudan neşeli dönen bir çocuk. Ödevlerden, sınavlardan nefret eden, ödev yapmak dışında ders çalışmayan, aklı sürekli oyunda bir çocuk. Geçen Pazartesi yaptığından sonra bir hafta bilgisayar, wii ve psp'den men cezası aldı, ama bunun ceza değil, yaptığının sonucu olarak algılaması için her "psp'm nerede?" dediğinde "okulda" dedim. Okula gitmediği için ben de işe gidemedim; birkaç önemli toplantı kaçırdım. Benim için de bir tür ruh terbiyesi oldu gerçi; ben yokken de işlerin süreceği fikrini sindirmeye çalıştım...
Pek ilginç bir şey yapmıyoruz. Arada sinemaya gidiyoruz. Görüştüğümüz iki çocuklu bir aile var. Shrek Süzmebal'ın gelmediği haftasonlarını muayenehanesinde geçiriyor. Haftaiçi de 9.30'da geliyor, akşam yemeğini o geldikten sonra yiyoruz.
Ben sonunda aynı 2 kiloyu alıp vermekten kurtuldum, biraz daha aşağıdaki bir kiloyu alıp veriyorum; daha doğrusu başlangıca göre -4 ile -5 arasındayım. (Ama hala iki yaz önce indiğim yerde değilim) Çevremde beni görüp "demek mümkünmüş" deyip diyete başlayan hanımlar çoğalıyor. İşten iki arkadaş, Nemo'nun İngilizce öğretmeni... En önemli fark, sadece sebzeyle sofradan kalkabilmeye, kahvaltı veya ara öğün olarak sadece meyva ile yetinebilmeye başlamam oldu. Ve açlığı hemen giderilmesi gereken bir durum değil, hayattaki durumlardan biri olarak görmek...
Geçen sefer Mammut Pazar gecesi Nemo'yu bırakırken "ben annene bir şey diyeceğim" dedi, Nemo da sitenin kapısından eve doğru yürüdü. Çocuğa tişört alırken üstünü çıkarmak istememiş, elleriyle üstünü kapatmaya çalışıyormuş, onun yanındayken örnek oluyormuş, kendi koşuya çıktığında yanında bisiklete bindiriyormuş; kendine kalsa hiçbir şey yapmak istemeyecekmiş; zaten top oyunlarını beceremiyormuş, yakında bir spor salonu filan yok muymuş, oraya götürseymişim, hiç olmazsa bantta yürüseymiş... Genel olarak katıldığımı, fakat bu yaştaki çocuğun yürüme bandında yürümekten sıkılacağını, ancak oyunlu bir spora teşvik edilebileceğini, ama onu da istemediğini filan söyledim. Bir sonuca bağlanmadan, havada bitti konuşma. Sonradan Nemo anlattı; meğer "benimle kalmak istediğini söyleyeceksin" diye bağırmış. Çocuk şimdi babasına gitmek istemiyor tabii.
İşte böyle geçiyor günler...