12.8.09

Curves

Tamam tamam:)) Hani bazen bilirsiniz karşınızdakinin duygularını, ama yine de duymak istersiniz ya, böyle bir ihtiyaçla yazdım, önce o yorumu, sonra hızımı alamayıp geçen yazıyı. Gelen yorumları işyerimdeki mail adresime gelecek şekilde ayarlamıştım. İki gündür her baktığımda yeni 1-2 yorum geldiğini gördüm; okudukça içim açıldı. Hem gülümseyerek okudum, hem azıcık utandım, çünkü resmen şımardım, yorum yazın, destek verin dedim, bu kadar da açık açık istenmez ki... Artık bu kadar yorum beni epey idare eder, kendinizi yorum zorunda hissetmeyin sakın.

Ama o kadar iyi geldi, o kadar iyi hissettim ki, gün içinde konuşup bilgi aldığım spor salonundan akşam deneme seansı için randevu aldım, iş çıkışı eve uğrayıp kendime bir spor çantası hazırlayıp yine fırladım ve deneme seansını yaptım; sonra da kayıt oldum!

Epeydir İstinye'de dükkana benzeyen, pembe camlı, camında kocaman Curves yazan bir yer dikkatimi çekiyordu. Curves, Amerika'da yaygın bir spor merkezi zinciri, franchise veriyorlar. Sadece kadınlar için düzenlenmiş bir sistem. Daire şeklinde dizilmiş 8 hidrolik makina ve aralarında dinlenme hareketleri yapılan boşluklar var. Bir noktasından binip 3 tur attıktan sonra indiğiniz bir atlıkarınca gibi. 30 saniye makinada çalışıp 30 saniye aradaki boşlukta hafif hareketler yapıyorsunuz; en sonunda da yan taraftaki boşlukta gerilme hareketlerini yapıp bitiriyorsunuz, hepsi 30 dakika. Arka tarafta soyunma salonu, kilitli dolaplar ve duşlar var. Herkes hep aynı şeyi yaptığı için dikkati dağıtacak hiçbir şey yok. Vitamin bar, aynalar veya size kendinizi yetersiz hissettirecek havalı antrenörler yok; iki genç, cici, güleryüzlü hanım size aradaki hareketleri gösterip, makinalarda hatalı çalışmamanızı sağlıyorlar.


30 dk az değil mi? İlk aklıma gelen soru buydu, ama yarım saatin sonunda programı kırmızı bir surat, nefes nefese, ter içinde bitirdim. Herkesin aynı programı uygulaması uygun mu? Bu da ikinci soru. Makinalar ağırlıkla değil, hidrolik sistemle çalıştığı için siz ne kadar kuvvet uygularsanız, o kadar dirençle karşılaşıyorsunuz; siz güçlendikçe daha güçlü yapıyorsunuz ve hep uygun derecede zorlanıyorsunuz, dediler. Makinalar hidrolik olduğu için kasları şişirmezmiş ve ertesi gün laktik asit birikip tutulmazmış. Arada 3 kez nabız kontrolü var; amaç hep yağ yakma düzeyinde tutmak. Ben tabii her zamanki gibi asker disipliniyle ve gücümü sonuna kadar harcayarak, hiç kaytarmadan yaptığım için üçüncü turu zor tamamladım, bittiğinde ben de bitmiştim.

İsterse ağırlıkla çalışmak kadar faydalı olmasın; "yaptığın" spor en faydalısıdır. Ya da daha uzun süreli yapmaktan daha az faydalı olsun; devam edebildiğin yarım saatlik spor, bıraktığın 1 saatlik spordan iyidir. Daha önce heves ettiğim yetişkin yüzme kursu hala açılmadı mesela. Dolayısıyla ben topu topu 100 m yüzmek için havuza filan gitmiyorum. Yüzmek istediği kadar kadar daha faydalı olsun, ben yüzmedikten sonra neye yarar... Buna ne kadar devam edeceğimi de göreceğiz bakalım. Ben her ihtimale karşı şimdilik 1 aylığına yazıldım.

Bu ani kararlılık ve "artık gerçekten spor yapmalıyız"ı lafta bırakmama gücünü bulmamda bir etken daha var, o da aynı sabah Shrek'in gönderdiği bir yazı. Yazıda "Onlar bile gençken neydiler, yaşlanınca ne oldular" diyerek aşağıdaki gibi fotoğraflar gösterip, düzenli spor ve doğru beslenme ile 92'sinde bile zımba gibi Amerikalı bir vücut geliştirmeci olan Jack LaLanne örnek gösteriliyordu.

Hoş bence ikisi de az göbekli ve kasılmamış halleriyle gayet hoşlar ama yine de yazı üzerimde itici bir etki yarattı. Fotoğraftakiler ünlü kadınlar olsaydı eminim ters teperdi; onlar bile bu hale geldiyse ben kimim ki, benim bu halde olmam çok doğal derdim.

Bu da 92'lik amca... Amerika'da yaşayan/yaşamış olanlar bilir belki, TV'de fitness programı filan da yapıyormuş. Adamın bu işten para kazandığını da hesaba katmak lazım tabii.

10.8.09

Duygudaşlık

"Empati" diye dilimize dolanan şeyin Türkçesi "duygudaşlık"... Bu kavramı empati adıyla öğrenen çoğu insan böyle bir karşılığı olduğunu bilmiyor bile. Ben de duygudaşlık sözcüğüne ilk rastladığımda empatiyle aynı şey olduğu aklıma gelmemişti. Halbuki ne güzel, ne kadar anlamı üstünde bir kelime... Özellikle şirkette bana bağlı genç satınalmacılara yeri geldikçe "duygudaşlık gösterin" diyorum, "empati kurun" demekten çok daha etkili, akılda kalıcı bir ifade olduğunu düşünüyorum.
Tabii duygudaşlık göstermek için önce kendini karşıdaki insanın yerine koymak lazım, sonra onun duygu ve düşüncelerini anlamak, sonra da bunu ifade etmek... Şirketteki gençlere esas vurguladığım "anladığını ifade etme" kısmı, çünkü ilk ikisini yapsalar bile üçüncüsü eksik kalıyor genellikle.
Ama bazen hiç aşina olmadığımız bir durumla karşılaştığımızda onu yaşayanın ne hissediyor olabileceğini bilemiyoruz. Bir zamanlar, babam ölmeden çok önce, en yakın kız arkadaşımın babası öldüğünde arayıp "başın sağolsun" diyemeyişim gibi, ne diyeceğimizi bilemiyoruz. Acısını deşermişim gibi gelmişti, gençlik işte... Oysa "duydum, çok üzüldüm" demek bile yeter; onu ve duygularını önemsediğini göstermenin tek yolu...
Nerden mi aklıma geldi? Bir önceki yazıma bırakılan bir yorum aklıma getirdi.

6.8.09

Kaldık Yine İki Başımıza

Geçen Cuma Nemo'yu Erdek'e bırakıp döndüm. Öncesi daha zordu; sonrasında başka şeylerle oyalanmak daha kolay herhalde. Mesela Nemo ada tatili sonrası çok özlediği için anneannesinde kaldı bir gece; o gece bizim evde, onun odasının ve TV seyrettiği odanın bölgesine bile giremedim, kocaman bir boşluk vardı, orada olmamasına alışmak mümkün değildi. Son gün o da çok metanetliydi; "gitmemin iyi tarafı da var, öyle değil mi? klon savaşlarını seyrederim, psp oynarım", polyannacılık oynuyor anası kılıklı... Tabii ben de destekledim, "ben senin iyi olduğunu bilirsem daha kolay dayanırım özlemine, yazın kalan yarısının da tadını çıkarmaya çalış, keyfine bak, takma kafana, biz ne kadar daha zor zamanlara katlandık, bir sene görüşemediğimiz oldu, 1,5 ay ne ki..." dedim.
Geçen hafta dosya hala Erdek’ten gelmemiş ama yola çıkmıştı; hakim yokmuş, imzası için dönüşü beklenmiş. Bunu bahane ederek Mammut pedagogla görüşmesinin Eylül sonunda yapılmasını isteyen bir dilekçe koymuş, hakim de kabul etmiş, hatta Eylül sonunda bana ayrı, Nemo ve babasına ayrı birer tarih belirlemiş, madem onunla dosyayı okumuş olarak konuşacak benimle de tekrar konuşsun diye düşünmüş sanırım. Benim Mammut'un şiddete yatkınlığının rapora yansıması ve tedbir kararıyla Nemo'yu daha erken alma ümidim ertelenmiş oldu. Eylül sonunda okullar açılmış olacak; nasıl o zamana tarih istiyor anlamadım. Yeni bir oyalama tarihi olsa gerek, 13 ekim'deki duruşmaya yetişmesin de karar verilemesin diyedir. İtiraz edeceğim tabii ama adli tatil başladı, hakim izinli.
22 Temmuz'daki güneş tutulmasında hayatımdan çıkacak önemli adam bizim fabrika müdürüymüş sanırım. Hayatımdaki büyük değişiklik ve olgunlaşma gereklilği de iş hayatımla ilgiliymiş. Ben eskiden satınalma müdürüydüm ve genel müdüre bağlıydım. Sonra ilaveten planlama ve depoyu da bana bağladılar ama ben de fabrika müdürüne bağlandım ve adı lojistik oldu. Şimdi yeniden doğrudan genel müdüre bağlandım ve genel müdürlük altındaki müşteri hizmetleri de bana bağlandı; adı da bu sefer tedarik zinciri oldu. Yeni görevle birlikte değil Nemo'yu düşünmek, başımı kaşıyacak vaktim kalmadı.

Bir de Nemo seviyor diye evde ekmek, pizza, suşi, noodle, dondurma, waffle vs. yapıp durdum, birlikte bir güzel yedik; artık toparlanma zamanı...

Bu hafta kendi pedagogumuza anne seansına gittim, bu yaz yaptığı çalışmaları, Nemo hakkındaki yorumlarını anlattı bana. Babasına duyduğu bastırılmış öfke çok belirginmiş; pedagog oyunlarla, resimlerle ifade etmesini ve rahatlamasını sağlamış.

Kendini ve ailesini birer hayvan olarak çizmesini istediğinde yaptığı resmi gösterdi, çok ilginç... Önce beni kuğu olarak sağ tarafa çizmiş, arkama annemi kedi olarak koymuş; ortaya doğru bakıyoruz. Sonra babasını kunduz olarak sola çizmiş, arkasına babanesini tavuk olarak koymuş; onlar da ortaya bakıyor. Ortaya kalın bir sütun, üstüne akvaryum içinde kendini koymuş, o kalamarmış! Sütun kağıdı o kadar kesin bir şekilde ikiye ayırıyor ki babası asla bana zarar veremez. Sağ tarafta kendi hizasına Shrek'i köpek, Süzmebal'ı da akvaryum içinde bir balık olarak çizmiş. Güvenilir ve dost köpek... Öyle de güzel çizmiş ki, kalamar hariç hepsinin ne olduğu ilk bakışta anlaşılıyor. Hele kunduzu nasıll çizebildi, pes...

Başka bir oyunda da hepimize birer cümle söyletmiş. Babası "ben kazandım", ben "seni çok seviyorum, seni çok özleyeceğim", anneannesi "hadi oynayalım", babaannesi "bunu yemek zorundasın, Süzmebal "wii oynayalım", Shrek "wii'yi tamir ettim" demiş...

Daha neler neler, ama bu kadarı yeter.

Geçen kış ödevlerine yardım etmeye gelen abla Nemo'ya Mammut için "manyak o, psikolojik tedaviye ihtiyacı var" demiş; Nemo bunu anneme aktarıp "biliyorum zaten, kızdırmaya gelmez, ben idare ediyorum" demiş. Nemo'nun böyle söylemesi bilinç düzeyinin ne kadar yüksek olduğunu gösteriyor ama ablanın dediği daha da ilginç; Mammut kıza bunu çocuğa dedirtecek kimbilir ne yaptı...

Bırakırken icrayla gittim yine, böylece sorun çıkma ihtimalini tamamen yok ettik. Ben zaten iyice geride, hatta iki basamak aşağıda durdum, suratını görmek zorunda kalmadım. Nemo merhaba diyerek içeri geçerken Mammut'un ilk lafı "saçlarını kestirmedin değil mi?" oldu. Nemo da biraz dayı bir tonlamayla "yok, kestirir miyim" dedi. Saçlarını biraz düzelttirmeye götürmek istediğimde niye o kadar direnç gösterdiği anlaşıldı.