24.5.09

Haftasonu Gezginleri

Çok gezdik bu haftasonu... kah misafirlikte, kah gençlikte.

Cuma akşamı Hakan ve kız arkadaşı yemeğe davet etmişlerdi. Hakan Shrek'in çok eski bir arkadaşı; anne-babaları da birbirleriyle arkadaşlarmış. Tesadüfen benimle aynı liseden, benden birkaç yaş büyük. Kız arkadaşı da bizden epey genç, çok cici ve akıllı bir kız; çok uğraşmış, lezzetli ve değişik şeyler hazırlamıştı; mesela Cezayir mutfağından kuru erikli, bademli kuzu eti. Sonra da tütsü kokulu çok değişik bir çay eşliğinde uzun uzun sohbet ettik.

Cumartesi ise, yine esasen Shrek'in arkadaşı olup benim de sevdiğim Nilüfer'in kızının diş buğdayı daveti vardı. Nilüfer her yaz mutlaka en az bir kez bir bahane bulur, arkadaşları, eşi, dostu bahçesine toplar zaten. Kız bebek giysileri o kadar tatlı ki dayanamayıp Derin bebeğe pempe bir bahçıvan şort, pembe minik çiçekli poplin bluzu ve şapkasından oluşan bir takım aldık. Bir de bir tepsi browni yapıp götürdüm. Herkes birşeyler yapıp getirmiş, sadece diş şeklindeki pasta ve süslü kurabiyeler bir butik pastacıya ısmarlanmıştı. Diş buğdayı nedir bilmem aslında. Shrek de davet edilince ilk işi annesini arayıp "diş buğdayı nedir? biz Süzmebal'a yapmış mıydık?" diye sormak olmuştu. Hala da hikayesini bilmiyorum; eşi dostu toplayıp kutlamak için çok güzel bir bahane olması yeterli. Şekerle pişirilmiş, tarçınlı cevizli birer kase buğday ikram edildi. Bir tanesinin içine altın saklanırmış meğer, Shrek'e çıkmaz mı... Sofradakilerin hepsinden azar azar tadarak, yeniden başlayacağım sağlıklı ve hafif beslenme düzenine de altlık yapmış oldum. Hatta -bir kurabiye canavarı olarak- renkli kurabiyelerden yemediğim için kendimle gurur duyuyorum.

Bu aralar Shrek'in canı açık hava çekiyor. Pazar günü yapılacak Chill Out Festival'e bilet almış. Evdeyken plak dinlemediğimiz zamanlarda sürekli Lounge FM dinleriz biz; orada reklamı yapılıyordu uzun süredir. Kemer Golf&Country Club'da, öğlenden geceyarısına kadar süren, çayıra yayılıp çıkan toplulukların dinleneceği bir açıkhava konseriymiş. Park Orman gibi bir yer hayal etmiştik, ama çok daha küçük bir alana sıkıştık. Gerçi alan büyük ama sahnenin önündeki düzlükten dışarı çıktığınızda konserden koptuğunuz bir düzenleme var. Park Orman'daki gibi, gençler sahnenin önünde, bizim gibiler biraz daha geride, ama aynı ortamda, aynı düzlemde olamıyor. Yine de güzeldi... Çimenin üstüne yayıldık; bir süre sonra tıklım tıklım olduğunda aralardan geçecek yer bile kalmadı. Yaş ortalaması 25-30 arasında gibiydi. Normalde şirkettekilerin dışında gördüğüm insanlar, sabah işe giderken Maslak'ta gördüğüm, servis otobüslerinden inip çalıştıkları binalara doğru yürüyenlerden ibaret. Böyle bir topluluk oldukça farklı geldi tabii... Shrek bizim gençliğimizde kızların daha güzel olduğunu söylüyor. Bu kadar çirkin bacaklı kızı bir arada hiçbir yerde göremezmişiz. Bence ona öyle geliyor ama neyse:)
Aşağıdaki fotoğraf ilk gittiğimizde, henüz kalabalıklaşmadan önce çekildi. Sonraki halini siz düşünün; o aralardan görünen yeşillikler görünmez olmuştu. Yanımızda okuyacak kitap ve meyva götürmüştük (bir ufak şişe de su vardı, ama kapıdaki görevliler içeri alamayacağımı söylediler, biz de orada içiverdik); kitap okunabilecek bir ortam değildi ama meyvalar iyi gitti. Şapka ve 50 faktör güneş kremine rağmen yüzüm biraz kızardı. Esas topluluk olan Lamb çıkana kadar dayanamadık, akşam 9 gibi ayrıldık. Hoş bir gün olarak hatırımda kalacak.

17.5.09

Uzağa Düşen Armut

Olaysız bir haftasonu geçti. Cuma akşamı Nemo’yu aldık, Pazar günü yine 12.20 Yenikapı-Bandırma deniz otobüsü ile gittik. Deniz otobüsü feribottan daha yavaş gidiyor; Bandırma’ya yanaştığımızda 14:55’ti. Erdek’li taksi şöförü Eşref Bey bizi karşılayıp son hız Erdek’e götürdü, Nemo’yu bırakırken kapıya kadar benimle geldi, sonra da 15.30 Bandırma-Yenikapı deniz otobüsüne yetiştirdi.
Nemo geçen sefer onu bıraktıktan sonra olanları duymuş, daha doğrusu çığlık atmışım – ben farkında bile değilim. “Ya yine saldırırsa” dedi, “yok” dedim, “yanımızda biri olunca yapmaz, korktuğumuzdan değil, önlem alıyoruz”. Ve ekledim “bak bunları seninle konuşacak pedagoga anlatmalısın”. “Şikayet ettin mi? Ceza alacak mı?” diye sordu. “Yok” dedim, “çünkü sadece annemin şahitliği yetmez, başka birileri daha görmüş olsaydı, o zaman ceza alırdı, çünkü annelerin çocukları için yalan bile söyleyebileceklerini biliyorlar”.
Cumartesi günü evde epey bir oynadıktan sonra dışarı çıkmak istediler; bahçede top oynamak, açıkhavada koşturmak istiyorlar zannedip sevindim önce, ama kastettikleri kapalı oyun yerlerinden biriymiş. Onları oyun yerine bırakıp biz de Shrek’le alışverişimizi yaptık; çok da verimli oldu. Yandaki yapı marketten uzun zamandır fırsat bulamadığımız banyo apliğini ve değişecek balkon lambalarını aldık.
Evdeyken Shrek onlara bir örnek iki boş çay tenekesi gösterip “bunlar sizin para kutularınız; bundan böyle bunların içinde biriken paranızla oyuncak alabilirsiniz” dedi; çünkü her dışarı çıktığımızda çocuklar bir oyuncakçıya girmek istiyorlar; Nemo anneannesinin onun için biriktirdiği parasıyla bir oyuncak almak istiyor; Süzmebal da annesinin evinde, kasada duran parasıyla yarı yarıya paylaşalım, yarısını ben vereyim diyor. Sonuç olarak oyuncaklar alınıyor; Süzmebal evden getirmiyor ve tabii ben de isteyecek değilim. Parası bir yana, Süzmebal’a o anı geçiştirecek iyi bir senaryoyla istediğini elde edip sonra sorumluluğunu ihmal edebilirsin mesajı vermiş oluyorum ki bu da hoş değil. Shrek’in duruma el koyarak böyle bir kural koymasındaki esas neden bu...
Oyun yerinden çıktıklarında ikisi de terden sırılsıklamdı. Durumu tahmin ettiğim için yanımda birer tişört, birer gömlek götürmüştüm. “Hadi hemen üstünüzü değiştirin” dediğimde Süzmebal pek itiraz etmedi ama baktım Nemo ıslak tişörtünün eteğini çekeleyerek yan çiziyor. Etrafta insanların olduğunu, onu görecekleri, utandığı gibi nedenler öne sürerek... E havuza, denize girerken de o kadar görüyor herkes seni, niye utanıyorsun?” gibi şeyler diyorum ama işe yaramıyor. Biraz kurcalayınca ortaya çıktı ki, babası şişman olduğunu söylemiş, o yüzden çıplak görünmek istemiyormuş! Baba müsveddesi! Tişörtünü değiştirdi sonunda ama Süzmebal'a bakmamasını tembihleye tembihleye. Bir yandan ben, bir yandan Süzmebal ve Shrek, bedeninde utanacak hiçbir şey olmadığını, ayrıca şişman değil, iri olduğunu, bu sayede de çok güçlü göründüğünü söyledik; üstelik büyüme çağında enerjiye ihtiyacı olduğunu, zayıf olsa bu kadar iyi büyüyemeyeceğini, sakın ha az yemeye çalışmamasını, sağlıklı şeyler yemesini, ama bunu da zayıflamak için değil, sağlıklı olmak için yapmasını vs. Erken başladı bebeğim...

Çocuklar üstünü değiştirip bir şeyler içti; sinemaya baktık, ama yakın saatli beğendikleri bir film olmadı. O sıradaki sohbette de babasının onu bir s.e.x. filmine götürdüğü (arama motorları bulamasın diye değil, Nemo böyle harf harf söylediği için bu şekilde yazıyorum), gişedeki adamın yaşı küçük diye Nemo’nun giremeyeceğini söylediği, ama babasının onu gizlice içeri soktuğu anlaşıldı. Bakalım pavyona ne zaman götürecek... Bir keresinde de babasını tamamen çıplak görmüş, çok kötü görünüyormuş. Çocuğun niye aklının cinsellikle ilgili niye bu kadar karıştığı belli...
Her yeni bir konu çıktığında “bak bunu da pedagoga anlat” deyip durdum, ama ne kadarını aktarabilir, görüşen kişi raporuna ne kadar yansıtır, babası ve karanlık ilişkileri etkili olur mu bilinmez...
Asıl amacı Nemo’yu kendine benzetmek, kendi doğruları ve değerleriyle büyütmek, ama şimdilik sadece ters tepiyor. O ne kadar maçoluk aşılamaya çalışsa da benim oğlum “Sevgili Salak Günlük” serisini okuyor, üstelik sınıftaki kızların “kız kitabı” olduğunu söylemelerine rağmen... Hangi takımı tuttuğunu sordularında takım tutmadığını söylüyor veya Fenerbahçe diyor, Süzmebal fenerli olduğu için... Duygularını da (babası yanında değilken) o kadar iyi ve açık ifade ediyor ki, biraz içim rahatlıyor. Babası ne kadar kötülerse kötülesin, o sevinip teşekkür etme jesti olarak Shrek’e sarılabiliyor...

11.5.09

Komplo teorisi / Ruh temizliği

Bu dava birkaç celse sonra karara bağlansa da bunun daha temyizi var; önümüzdeki okul yılı da böyle geçer. Hoş sanki velayet kararı olunca herşey çözülecek... Oğlan büyüyüp güçlenene kadar daha 4-5 yılımız var.
Bu kayıp yılların esas sorumlusu buna izin veren hukuk sistemimiz tabii. Sanki dava açılalı 5 sene olmamış gibi, sanki bu çocuk babası tarafından okul servisinden kaçırılıp başka şehre yerleştirilmemiş gibi, sanki velayet kanunen annenin değilmiş gibi, sanki velayeti babada da ben velayeti bana verin diyormuşum gibi, şu andaki yaşadığı ortam ve sosyal çevresi değerlendirilmek üzere Erdek Aile Mahkemesi'ne talimat gönderildi...
Bu arada, avukatımın bir komplo teorisi var; Mamut'un derin devlet için çalıştığından şüpheleniyor. Gerçekten de öyle düşününce, bir sürü ipucu buluyor insan... Polis, savcı ve benzeri adamlarla kurduğu diyalog, adamların onunla konuştuktan sonra bir anda tavır değiştirmeleri, Shrek'in evine profesyonel işi, kilidi kıl matkapla delecek birini sokup bilgisayarını çaldırması, ilk 1-2 sene benim kapımda bekleyecek, giriş-çıkışımı raporlayacak, adres değiştirdiğimde yeni evimi bulmak üzere iş çıkışı peşime takılacak farklı farklı adamlar bulabilmesi, en en başta bana uyguladığı korkutma taktikleri (arabayla geceyarısı son hız dağ başına götürüp burada anlaşıp döneceğiz demesi vs)... O şizofrenik yapı da başka bir ipucu olabilir. Böyle tipleri seçmezler mi, kışkırtıldığında gözü kararan... Belki de davaların bu kadar uzun sürmesi, ceza davalarından kolayca beraat etmesi, velayet kararının Yargıtaydan bozulup dönmesi... Eğer gerçekten durum böyleyse, işlerin çözümü hukukla filan değil, olsa olsa zamanla olur zaten.
Bir diğer olasılık da, polis-savcı tarafının erkek duygularına, kendine 'derin' bir süs vererek, maddi destekle hitap etmesi tabii...Para kaynaklarına bakacak olsak, özel ve devlet kurumlarının ihalelerine girer taahhüt işi yapardı ama son duyduğuma göre babasını kandırıp onun dairesini ipotek ettirerek kredi kullanmış, o yiyor, babası ödüyormuş.
Bilemiyorum...
* * *
Eski, kırık, bozuk, fazla olanı, iyi gelmeyeni hayatımızdan çıkarma, iyi geleni içeri alma operasyonu sürüyor:
Motoru bozuk eski akvaryum da kapının dışını boyladı.
Balkondaki askılı saksılara sardunya diktim.
Mutfak perdesinin ucuna boncuklu şerit diktim. (cinaslı kafiye oldu:))
Eşik ısmarladım; kapının hemen dışına silikonla yapıştıracağım.
* * *
Eskileri atmak derken, iyi gelmeyenleri kastediyorum tabii. Bir de iyi gelenler, özlenenler, gülümsetenler var.
Shrek gerçek bir HiFi, daha doğrusu High-End meraklısıdır. Artık benim de kulağım alıştı, seçer oldum. Bir kablo değişikliğinin bile sesi ne kadar değiştirebildiğini duyduktan sonra hele... Cihazları alır, dener, beğenmezse satar, belki biraz zarar eder ama karşısında oturup huşu içinde müzik dinlemeye değer.
En son numarası 2.el bir pikap almaktı. Hemen ben gidip annemin evinden, o da gidip kendi annesinin evinden eski plaklarını getirdi. O günden beri eski plaklarımızı teker teker dinliyoruz.

10.5.09

Saç meselesi... / Duruşma

İtiraf etmeliyim ki -hoş belli oluyordur ya zaten- ben artık seyirlerde ve okumalarda, eski bene kıyasla, kolayına kaçıyorum, ama -yazarını tanımak gibi- bir bahaneyle karşıma çıkınca, gençlik esintisi gibi hoşuma gidiyor. Bunları bana düşündüren ise İshak Reyna'nın Ha Hayat Ha Edebiyat adlı denemeleri. Geçen haftasonu Bandırma-Yenikapı seferimizi yaparken Nemo bana feribotta fantastik kurgu cinsi bir roman aldırıp yol boyu onu okudu; ben de bu bahsettiğim kitaba rastladım. Anlatımı, bakış açısı o kadar yakın geldi ki, sanki ben yazar olsam, gençlik yıllarından sonra okumayı bu kadar azaltmasam bu kitabı ben yazmış olabilirdim gibi geldi. Nasıl oldu da İdo'nun raflarına girdi acaba? Tuhaf...
Ama Nemo Pazar günü Erdek'e dönerken kitabını geldiğinde okumak üzere evde bıraktı. Her seferinde, babası beni hatırlatacak bir çöp dahi istemiyor diye Cuma üstünde gelen giysileriyle dönüyor. Cumartesi çocuklarla açık havada -şemsiye altında- yemek yedik, çayırda dolaşınca ayakkabıları sırılsıklam oldu; kurumazsa diye yeni bir ayakkabı aldık ama onunla gitmek istemedi; neyse ki eskileri ertesi güne kurumuştu.
Bir önceki gelişinde saçlarını kestirdim diye de çok kızmış babası... (Tamam, ben kısa ama havalı bir saç dedim, berber yandaki gibi kesti, ama biraz uzayınca düzelir, hem de artık kahkülleri gözlerine giriyordu) Saçlar kimin kontrolündeyse güç onda diye görüyor herhalde, Samson misali. Nitekim bu Pazar bırakırken gördük ne kadar kızdığını, "sen bu çocuğun saçlarını nasıl kestirirsin?!" diye üstüme saldırdı; annem araya girdi; ben kendimi dizüstü yerde buldum; birkaç küfür, yumruk yaptığımda acıyan bir el ve biraz kalp çarpıntısıyla geçişti neyse ki...
Pazar günü, yaz tarifesindeki feribot saati uymadığı için deniz otobüsü ile gitmiştik; Bandırma'ya varışımızla dönüş deniz otobüsü arasında sadece 35 dakika kaldığı için, taksi şöförü zaman kazanmak amacıyla bizimle kapıya gelmek yerine arabayı döndüreyim demişti. Bizimle gelmiş olsa zaten böyle bir sahne yaşanmazdı. Deniz otobüsünü kaçırmamak için karakola da gitmedim. Yara, bere filan yok; zaten annemden başka şahit de yok... Ama 'hayat ne hallere düşürüyor insanı' ile 'ben bu durumu hayatıma niye çağırdım' karışımı bir düşünce bulutu var... Şimdi yeni moda dinler bunu aşılıyor ya insana, başına ne geliyorsa bunu deneyimlemek için sen çağırdın vs... Nemo da ara sıra, tabii çok farklı durumlarda, "neden ben, neden hep ben... ben çok şanssızım" der. Elbet o da biraz büyüyünce kötüyü çağırmama, olumlu düşünme gibi kavramlarla tanışacak...
Dönüşte o heyecanın üstüne biraz kitabımdan okudum, hatta uyudum. Nemo 2.30'dan önce yatmayıp sabah erkenden uyanıyor, 8'e kadar bekleyip sonra beni de uyandırıyor da...

Sonra Perşembe oldu; duruşmaya gittim. Duruşma salonunun kapısı önünde avukatımla buluştuktan birkaç dakika sonra "o" da geldi. Bizim sıramız gelip çağırılana kadar, birkaç metre uzağımızda durup avukatıyla konuştu. Üzgünüm, birkaç yıl önce yaptığım (öncelikle kendimi, sonra onu) affetme meditasyonları tamamen etkisini yitirmiş durumda.

Hakim, bizim celse arasında istediğimiz tedbir kararını verdi. 15 Haziran'dan 31 Temmuz'a kadar Nemo benimle. Sonra da onların istediği, Nemo'nun pedagog görüşmesinin Erdek'te yapılması yönünde karar verdi; sadece Nemo'yla görüşmekle kalmayıp yaşadığı ortamın ve sosyal çevresinin de raporlanmasını istedi. Benim avukat "o zaman anne yanındaki ortamı da değerlendirilsin" dedi. Hakim "merak etmeyin, onun için burada kaynaklarımız var, onu da yaparız" dedi.

Oradaki ortamı hakkında olumsuz bir şey yazılmayacak tabii. Zaten olay o değil! Nemo'nun söylediklerini yorumlayacak olan her kimse etki altına almaya çalışacaklar; küçücük yer...

Geçen Pazar gününden beri hayat beni zorluyor. İşe gidip geliyorum ama başka bir boyuttayım sanki.

Boşluğa düşmemek için bir şeye tutunur, kafasını takar ya insan; bir gün bizim eve de bir sosyal hizmetler memurunun gelip değerlendirecek olması ihtimaline tutunup evi nasıl daha güzel hale getiririm fikrine taktım aklımı.

Kitaplığı yatak odasının diğer duvarına alıp büyütsem mi, yoksa salonun bir duvarına boydan boya kitaplık mı yaptırsam?

Salona yeni bir kanape ve halı alıp diğer kanapeyle iki koltuğun yüzlerini değiştirmem lazım; acaba hangi renklere gitsem?

Bu sorulara cevap ararken feng shui kitabımı ortaya çıkardım; şemalar çizdim; hangi element nereye düşüyor vs derken baktım önce ortalığı toplamak lazım, kapının dibinde yine bir verilecek/atılacak yığını oluşturdum. Eski yelken kıyafetlerim artık en sonunda o gruba girdi. Hayatımın Mammut'la geçen kayıp yıllarında alınmış eşyaların kalanları da aynı yığında yerini aldı. O yıllarda benim tek başıma iş seyahatine gittiğim bir yerden getirdiğim ıvır zıvıra bile tahammülüm kalmamış. Nemo'nun bir kez bile giyilmeden küçülmüş kıyafetleriyle de vedalaştım. Ne yapalım, o yıllarını benimle geçiremedi işte. Küçülmüş giysileri saklayıp büyüdüğünde ona "bak, ben sana bunları aldıydım" mı diyeceğim? Geçmişte yaşayan gözü yaşlı anne modeli ne de içini açar ya çocuğun!

6.5.09

Kanallar Şehrinde 23 Nisan

Bir süredir "ömür geçiyor, gezmek lazım" deyip duruyoruz Shrek'le. 23 Nisan'a birkaç hafta kala, 4 günlüğüne bir yere kaçalım fikri iyice olgunlaştı. Kapadokya soğuk olur, yol uzun sürüyor dedik. Bir de bakmışız, Amsterdam turuna yazılmışız. Şehrin biraz dışında, nehir kenarında, hoş bir otel olan Tulip Inn Riverside'ı seçince adam başı 299 Euro + alan vergileri tuttu.


Kaldığımız otelin arka bahçesinden nehre bakış

Bizim rezervasyon yapmamızın ardından Shrek arkadaşımız bir çifte daha haber verdi; ertesi gün onlar da yer ayırttılar. Ben çok fazla tanımıyorum ama neşeli, içi dışı bir insanlar; ilk gördüğümde kanım kaynamıştı zaten. Hoş ben Shrek'in bütün arkadaşlarını severim zaten...

Bundan sonrası bol fotoğraf, az laf (üstünden zaman geçince böyle oluyor işte...)



Amsterdam deyince insanın aklına laleler geliyor, ama çiçek pazarında binbir çeşit tohum ve bitki vardı. Oğlanlara iki minik sinekyiyen aldık.


Havadan yana çok şanslıydık; 4 günün üçü güneşli, pırıl pırıldı. Hele Amsterdam'ın az kuzeyindeki eskinin balıkçı - şimdinin turistik kasabaları Volendam ve Marken'e gittiğimiz gün hava bulutlu olsa herhalde donardık; Volendam'da marketten peynir-ekmek-süt alıp dalgakıranın üstünde kahvaltı edemezdik; Marken'de açıkhavada oturup bira içip kippeling (bir tür kızarmış balık) yiyemezdik.

Son gün Amsterdam bize yağmurlu bir günle güle güle dedi. Yine de akşamüstüne kadar yağmur altında sokak sokak dolaştık. Tren istasyonundan biraz ilerdeki Nemo Bilim Müzesi'ne gittik. Çocuklar için çok eğlenceli bir öğrenme şekli/yeri... Hemen önünde eski bir yük gemisinin replikası vardı. Hatta eski zaman gemicilerinin top ateşlemesini canlandırdılar. Aylarca deniz üstünde yolculuk yapan gemicilerin çalıştığı, uyuduğu yerlerde dolaştık.


Yediklerimizden yana da şanslıydık. Sadece bir akşam gittiğimiz Arjantin et lokantası pek matah değildi; onun dışındakiler hep çok lezzetliydi. Otelde sabah kahvaltısı pakete dahil olmadığı için nir sabah mendirekte piknik, diğer iki sabah da istasyon çevresindeki turistik yerlerde kahvaltı yaptık. English breakfast zaten severiz. Ayrıca gittiği her yerde kendi ülkesinin mutfağını özleyenlerden, illa kahvaltıda beyaz peynir-zeytin-domates arayanlardan ya da canı kebap çekenlerden değiliz; orada ne bulunuyorsa onu yeriz. Bir akşam orada çok sık rastlanan Endonezya restoranlarından birine gidip "pirinç sofrası" aldık. Bir kase pilav ve küçük küçük, çeşit çeşit tadımlık et ve sebze çeşitleriyle masayı donatıyorlar. Bazıları gerçekten çok lezzetliydi, ama ne olduklarını not almadığım için bir dahaki sefere doğrudan sadece onu ısmarlama şansım yok. Zaten bir daha ne zaman kısmet olur ki...




Oraya kadar gitmişken turistik bir "coffeeshop" ziyareti, bir sex müzesi ziyareti, Red Light District'te bir tur da yaptık, ama Amsterdam'dan aklımızda/ruhumuzda kalan iz bunlarla alakasız ve çok daha hoş anlarla, görüntülerle dolu.

Geçen haftasonunu daha sonra, başka bir yazıda anlatırım; mesela yarınki duruşmayla birlikte. Şimdi kötü şeyleri unutup gezi havasına döndüm ne güzel...