19.2.08

Dünya Küçük

Bugün şirketteyken benim pek fazla tanımadığım, ama Shrek'in (ayrılmadan önce) çok yardım ettiği, çok akıl verdiği genç bir arkadaş odama geldi. "Benim eşinize bir Mardin yemeği borcum vardı, fırsat olmadı. Ben de evde yer diye Mardin'e has, Kiliçe denilen baharatlı bir kek getirdim. İstanbul'da sadece 2-3 yerde bulunuyor." dedi. Teşekkür ettim ama bu işe en çok ben sevinirim, kek canavarı olan benim demedim.
Eve gidip torbayı açtığımda burnuma yoğun bir baharat kokusu çarptı. Aa, ama bu Lebkuchen kokusu! İşte dünya bu kadar küçük. Benim bayıldığım, Shrek'in nefret ettiği, Almanların Noel zamanı ortaya çıkan Lebkuchen adlı çöreğinde kullanılan baharat karışımı meğer Mardin'in Kiliçe'sinde de kullanılıyormuş! Üstelik görüntüsü de oldukça benziyor. Kiliçe de Lebkuchen gibi yassı, esmer bir çörek. Gerçi Lebkuchen hamurunda şeker yerine bal kullanıldığı için daha serttir; genellikle 10 cm çapında daire veya yıldız şeklinde olur; üstünde şeker glazürü veya çikolatadan kabuğu olur. Hepsi öyle midir bilmem ama bizim kiliçe kocaman yassı bir çörek; ancak dilimlenerek yenir. Ben bile bir haftada ancak bitiririm, o kadar büyük; kıvamı Lebkuchen kadar sert de değil. Sanırım bu yüzden, Lebkuchen hiç sevmeyen Shrek bile beğendi...
Sonra Internet'te biraz dolaştım; bu baharatlı Mardin çöreği bazı kaynaklarda Kliçe veya Kiliçe, bazı kaynaklarda ise Mevlüt Çöreği diye geçiyor. İkinci isminden anlaşılacağı üzere, genelde mevlütlerde dağıtılmak üzere hazırlanıyormuş. Ayrıca bayram günü özellikle peynir eşliğinde yenirmiş.
Sonra Ali Rıza Kardüz'ün Milliyet Pazar'da yazdığı bir yazıya rastladım, adı "Mardin'in hayat çöreği". Burada anlatılanlar çok daha hoş. Türk, Kürt, Arap, Süryani mutfağının birbirine karıştığı Mardin'de, bir Hristiyan geleneği olarak başlayıp tüm gruplarda sunulur olması, Lebkuchen baharatının Mardin'de ne işi olduğunu da açıklıyor böylece. Hayatın kutlandığı, kutsandığı törenlerde hayat çöreği kırılırmış. Gelinle damat nikahtan sonra hayat çöreklerini kırarlarmış; bu da hayatı acısıyla tatlısıyla paylaşacaklarını simgelermiş.
Shrek'e de okudum bunları, "ama sen bizimkini kestin! ne olacak şimdi?" diye dalga geçiyor benimle:)



e-mardin.com'daki Mardinin lezzet konagi adlı Cercis Murat Konağı'nın tanıtıldığı bir yazıda da şöyle anlatılıyor:

Mardin'de yüzyıllardır birlikte yaşayan etnik grupların ortak kültürlerinin bir ürünü, diğer adı hayat çöreği olan kiliçe'yi Müslümanlar, cenazelerden sonra eve başsağlığına gelenlere ikram ediyor, hayatlarını birleştirmeye karar veren Hıristiyan çiftler nikâhları kıyıldıktan sonra bu çöreği kırarak birbirlerine sunuyor, gelecekteki ortak yaşamlarını acısıyla tatlısıyla paylaşmaya yemin ediyorlar. Kız ve erkek tarafı da kiliçeleri kırıp birbirlerine ikram ederek 'iyi bir başlangıca' yaptıkları tanıklığı perçinliyorlar. Şeker, tuz, mahlep, zencefil, tarçın ve karabiber dışında daha birçok baharat içeren kiliçe, yaşamla ilgili her ortamda paylaşılan çok anlamlı bir çörek. Cercis Murat Konağı'na ilk kez gelen bütün konuklara da 'iyi başlangıçlar' adına bu çörek gelenekler uyarınca koparılarak ikram ediliyor.

Ama aynı yazıda verilen bilgiye göre bu konak Mardin'de içki bulunan iki restorandan biriymiş.(!) Yine aynı yazıda, konağı restoran olarak işleten (Mardin'e rehber olarak gidip yerleşen) hanımdan "son zamanlarda meydanlarda gördüğümüz, Türkiye'nin aydınlık yüzünü yansıtan genç ve dinamik Cumhuriyet kadınlarından" diye bahsediliyor.(!!) Şaşkınlığım genç, girişimci, belli ki aydın bir Türk kadınının bu şekilde ender bulunan bir tür gibi tasvir edilmesine...

Şimdi fark ediyorum da Lebkuchen'in başındaki Leb, leben kelimesinden geliyor, yani yaşam ya da yaşamak... Kuchen da pasta, çörek zaten! Yani "yaşam çöreği"!


Mm, erken sevinmişim, Lebkuchen'la ilgili bir sitede de adının Latince libumdan geldiği söyleniyor. Başka bir yerde de libum için "Antik Roma'da pasta kek anlamında kullanılan kelimedir. Roma'da pasta ve kekler tanrılara adak olarak sunulurdu. Zaten libum kelimesinin kökü libare'nin anlamı tanrılara sunu yapmaktır." denilmiş. Lebkuchen sitesine geri dönersek, ilk olarak ortaçağda Nürnberg'li keşişler tarafından yapıldığı söyleniyor. O zamanda şeker çok zor bulunuyor ve çok pahalı tabii, o yüzden de bal kullanılıyor. Nesillerden nesillere aktarılan tarifler bugün hala yaşıyor ama bilinen en eski yazılı tarif 16. yüzyıldan kalma ve Nürnberg Ulusal Germanik Müzesi'nde saklanıyormuş. "1 Pfd. Zucker, ½ Seidlein oder 1/8erlein Honig, 4 Loth Zimet, 1 ½ Muskatrimpf, 2 Loth Ingwer, 1 Loth Caramumlein, ½ Quentlein Pfeffer, 1 Diethäuflein Mehl – ergibt 5 Loth schwer." yani şeker, bal, tarçın, muskat, zencefil, kakule, karabiber ve un, ama verilen ölçülerin ne demek olduğunu bilmiyorum. Yeni tariflerde kişniş, rezene ve karanfil de oluyor.

Bu yazıyı İstanbul'da kiliçe alabileceğiniz bir yerin (torbanın üstündeki) bilgilerini paylaşarak bitiriyorum:

Lider 47

Mardin

Besim Usta

Peksimet - Çörek evi, Lahmacun - Lavaş - Pide Fırını

Gsm: 0532 344 92 81

Çamlık Cad. İğde Sk. No:15 B.evler YAYLA/İSTANBUL

Tel: (0212) 506 78 08

İstanbul'da Yayla diye bir semt mi var?!

3.2.08

Pancarın Faydaları

Bugün çok daha iyiyim. Bunda dün gece 12'de yatıp bugün öğlen 12'de kalkmamın da rolü vardır herhalde, ama sonuçta dinlenmek en iyi ilaç zaten. Tek kötü tarafı Pazar gününün çok çabuk bitmesi...
Hastalanmam, sağlıklı beslenme havasının pekişmesine de yol açtı. Bu lafım da bana Nemo'yla aramızda geçen bir dialoğu hatırlattı.
-Anne, babam hakikaten yüzüne tekme mi atmıştı? Ne kadar kötü bir hareket!
-Evet oğlum; asla, ama asla, ne kadar kızmış olursa olsun, haklı ya da haksız olsun, kimsenin buna hakkı yoktur. Ama sen üzülme, çünkü o sırada canım yandı, 2 hafta işe gidemedim, ama sonunda geçti. Üstelik bu sayede babanın nasıl biri olduğunu çok iyi anladım ve asla unutmuyorum; beni bir daha asla kandıramaz ve güvenmemi sağlayamaz. Yaşanırken çok kötü gelen olayların sonradan böyle büyük faydaları görülür.
-Anne, sen de benim gibi herşeyin iyi tarafını görüyorsun.
Lafı çok dağıttım ama biraz gripten, biraz da iki gün önceki 'ya bu susama diabet sinyaliyse' korkumdan, akşam tatlı niyetine pekmezli yoğurt yemeler, kahvaltıda doyunca fırınlanmış domatesli ekmeği yarım bırakmalar... aman aman Allah bozmasın.
Cuma akşamı bana marketten çeşit çeşit sebzeyi bozulmasın diye azar azar aldıran da bu dürtüydü herhalde. Yalnız turşusunu bile yemezken bana pancar aldıran neydi, onu bilmiyorum. Gerçi ben vücudun eksikliğini çektiği şeyi özellikle canımızın çektirdiğine inanırım. Mesela yumuşak şekerleri (jelibon/haribo) çok sevmemi, jelatinin eklem onarıcı özelliğine, mayalı hamurişlerine düşkünlüğümü mayanın içinde B vitamini bulunmasına bağlamışlığım vardır. Bu hesaba göre pancarı da içinde 'folik asit, potasyum, mangan ve magnezyum olduğu, ayrıca içeriğindeki demir ve bakır, kan yapımını desteklediği' için almış olabilirim. Neyse, pancarların biri dün akşamki sebze çorbasına, diğeri rokalı pancar salatasına dönüşerek sağlıklı beslenme felsefeme katkıda bulundular. Sonuncusu ise bugün pancarlı tabule denemesine dönüştü. Portakal Ağacı'nın Nohutlu Tabule'sini daha önce denediydim; üstelik Shrek de beni hayretler içinde bırakarak çok sevdiğini söylemişti. İşte bu da onun pancarlı olanı, tek fark bu, haşlanmış nohut yerine haşlanmış, soyulmuş ve küp küp kesilmiş pancar. Bence çok başarılı, hem de Shrek tarafından onaylı...

2.2.08

Karnabahar-brokoli Salatası

Önce şu mutfak meraklılarıyla paylaşma dürtüsüyle bana şifreyi kaldırtan karnabahar-brokoli salatası.
Aslında çok özel bir fikir değil, ama bizim şirkette hafta bir ya karnabahar ya da brokoli versiyonu çıkar. Brokoli yaptıklarında yemeğe erken inmek gerekiyor, çünkü herkes sevdiği için salataya rağbet etmeyenler bile aldığı için hemen bitiyor. Karnabahar versiyonunun o kadar meraklısı yok ama yine de nomalde ağzına koymayacak adamların bile aldığını görüyorum. İşte bu nedenle -hazır kolesterol diyeti havasına girmişken- Shrek'in karnabahar salatasıyla ilgili "ben yemem" görüşünü değiştirebilirim diye düşündüm.
Karnabahar ve brokoliyi kaynar tuzlu suda haşlayıp soğuk suya attım, sonra da süzdüm. Biraz yağda küçük doğranmış yeşil ve kırmızı biber, kabak ve havucu biraz çevirip kısık ateşte kapalı kapakla pişirdim. Sonra yumuşayan garnitürü karnabahar ve brokolinin döküp tuz-limon ekledim.
Kabul etmek lazım ki, şirketteki kadar lezzetli olmadı. Muhtemelen onlar çok daha fazla yağ kullanıyorlar; daha önceden birleştirip iyice tadlarının karışmasını sağlıyorlar ve biraz daha fazla haşlıyorlar.
Ama yine de güzel oldu bence. Shrek yiyebilmek için üstüne balsamik sirke ekleyip çatalıyla ucundan tırtıklarken "brokoliyi niye soğanlı domatesli sıcak yemek olarak yapmıyoruz, öyle güzel oluyor" diyordu:)
Bakmayın yemek tarifi verdiğime, hiç halim yok aslında. Birkaç gün önce, ben arabamdan şirketin kapısına doğru yürürken, üstümde gömlek, ince bir triko hırka, tabii en üstte palto, ama göğüs bağır açık, departmandan genç bir çocuk, pek de nazlı, bol paltosuna sarınmış, yün bere, kaşkol, tam donanımlı geliyordu. Kapıda rastlaşınca "Dory hanım, üstünüz çok ince, hastalanacaksınız" dedi, bense gayet kendinden emin "yok canım, bana birşey olmaz, arabadan iki adım burası" dedim.
Bu hakiyenin ikinci bölümü Cuma günü yaşandı. Aynı çocuk, bir toplantı için benim odamdayken, "boğazım şişti yine, tabii xxx ile kaç gündür dipdibe çalışıyoruz, bana da bulaştırdı; neyse ben akşam bir antbiyotik alır toparlarım; Pazar günü de maç var" dedi. Ben de "böyle hemen antibiyotik alınmaz, her aldığınıda bir sonrakine davetiye çıkarıyorsunuz, haftasonu dinlenin, bol sıvı alın, antibiyotik ala ala bağışıklık sisteminizi mahvediyorsunuz, ateşiniz de çıkmıyordur artık" filan diye bir söylev çektim.
Ve her büyük konuştuğumda olan yine oldu, bugün ben hastayım. Dün sabahtan akşama kadar susayıp durdum, öyle ki yarım litrelik bir bardağı dikiyorum, daha bitirdiğim anda bile susuzum. İştahım da yoktu. Hatta bir ara diabet aklıma geldi. Sonra bu sabah şiş bir boğazla kalkınca, belki de bedenim alarm vermiş, kendini korumaya almış diye düşündüm. Dün akşam gidip kendime bir portakalla bir mandalina alıp yemem hayra alamet değildi zaten. Sonra ateşim çıktı, bütün günü kah kanapede kah yatakta yatarak geçirdim. Elbette ilaç almadım, hafif şeyler yedim, çorba içtim, meyva yedim, su içtim, yeşil çay içtim, pancarlı roka salatası yapıp yedim. Ateşim yok şimdi, ama çok halsizim.
Sabah Rezan kahvaltıya geldi, "grip rakamlarla fazla uğraştığında olur" dedi. İşin komiği gerçekten de şu aralar hiç olmadığı kadar rakamlar, analizler, raporlarla boğuşuyorum...