28.1.08

Yengeç Kabuğundan Çıktı Yine

Tamam, hayatımda neler olduğunu merak edenler, paylaşmak isteyenler, yorum bırakanlar, sessizce okuyup bilmediğim şeyler düşünenler, herkes okuyabilir artık, yeniden...
Geçmiş yazıları okuyanlar görecek, bazen çok ağır geliyor yükler; bazen mutlu olmaya bile hak görmüyor insan kendinde.
Öte yandan, dünya yüzündeki -ya da Türkiye'deki- bu adaletsizliğe lanet okurken bile mutlu olunabiliyor.
Bu yazıyı kısa keseceğim; yazıp yazıp siliyorum zaten, bir türlü istediğim gibi olmuyor.
Beni önce yazmaktan, sonra da herkese açmaktan alıkoyan duyguları anlayacağınızı tahmin ediyorum.
Ama yeniden açma isteği duymam Koyubeyaz'ın, Öykücü'nün ve daha birçoklarının içten meraklarını okumakla başladı.
Ayrıca hikayemi ne kadar çok insan bilirse o kadar uçup gitmemiş olacak sanki (keşke daha çok insana ulaşıp uyandırabilsem).
Bir de dün yaptığım karnıbahar-brokkoli salatasının tarifini vermek istedim:) ama o daha sonra artık.

25.1.08

Bu haftanın en önemli olayı yeğenimin erkek arkadaşından ayrılmasıydı. Çarşamba akşamı iş çıkışı gidip onu aldım, bizim eve geldik, beraber yemek yedik, Shrek bize çay yaptı, çene çaldık. Sonra erkek arkadaş evine dönünce bizi aradı, biz de kalkıp gittik. 9.30 filandı saat. Eve döndüğümde ise 1'e geliyordu. Hala uykum var.
Her ne kadar mutsuz da olsa, uzun süredir ilişkisini kurtarmaya çalışıyor ama bir gelişme sağlayamıyor da olsa, 2.5 senedir süren bir ilişki kolay bitmiyor elbette. Hele de Prenses kadar duygusal, hayalperest ve başkalarını kendinden çok daha fazla düşünen biriyse... Ama ben bu hayat dersini hayatın bu kadar başındayken (24 yaşında) aldığı için çok şanslı olduğunu düşünüyorum. Ben bu dersi daha yeni, birkaç sene önce aldım. Ders aynı, ama onun karşısındaki benimki gibi psikopat olmadığı için çirkin, travmatik bir şekilde almadı bu dersi.
Aile yapılarının çok farklı olup tamamen farklı vizyonlarının oluşu;
Birlikte sosyal bir yaşam sürdürememeleri, prensesin arkadaşlarını beğenmemesi, onun zaten sadece kuzenleriyle görüşüyor olması;
Prensesin zevk aldığı, ilgilendiği hiçbir şeyi paylaşmıyor olması; zoraki katılsa da sonradan "bak senin için konsere bile geldim" gibi yorumlar yapması;
Gayet modern, açıkfikirli gibi görünüp ne kadar geleneksel bir düşünce tarzına sahip olduğunun sonradan ortaya çıkması;
Birlikte oldukları süre boyunca maddi olarak da desteklemiş, tüm kaynaklarını seferber etmiş olup şimdi ortak aldıkları veya finanse ettiği herşeyin öbüründe kalması;
bunlar öyle tanıdık ki...
Prenses son zamanlarda zevk aldığı şeyleri yaptığını hayal eder, üstelik bununla da yetinir olmuş. Hayalinde bisikletle dolaştığını, yeni yerlere gittiğini kurup mutlu olmaya başlamış. Ben de Mammut'la son zamanlarımda içimden kendi kendime sohbet etmeye başlamıştım; anlatsam nasıl olsa ya dinlenmeyeceğim, ya da tersleneceğim diye paylaşma ihtiyacında olduğum şeyleri, olanı biteni, ne hissettiğimi iç sesimle, olmayan birine anlatırdım.
Ama benim de hiç yanımda durmasının bile yeteceği bir teyzem, ya da arkadaşım olmadı.
Bu hafta işte çok sıkıldım. Hele bugün birlikte bir çalışma yaparak sunum hazırladığımız bir grubu bağırıp çağırıp azarlamamak için zor tuttum kendimi, içime attım. Şiştim şiştim, içim sıkıştı. Sıcak bir köpük banyosunda yattığımı, güzel, hafif bir caz melodisi dinlediğimi, hatta bir kadeh kırmızı şaraptan yudumlar aldığımı hayal ettim. Geçen hafta bitirmemiz gereken iş bitmedi ama hafta bitti... Çalışmayı göndereceğimiz adamı (yabancı ortağın yurtdışında benim fonksiyonumun bağlı olduğu direktör) da arayıp "bitiremedik, haftaya" dedim ve ofisten çıktım. Allahtan çok efendi bir adam da insana kendini kötü hissettirecek bir şey söylemiyor...
Bugün Shrek evdeydi (haftanın üç günü işe gidiyor, iki gün evde çalışıyor), piyanom akort edildi, keçeleri gevşetildi. Şu aralar akşamları piyano çalmaya heves eder oldum, ama kimi tuşlar takılıyor, kiminden tuhaf sesler çıkıyordu. Gerçi artık piyanomun işi bitmiş; iki gün sonra başka bir tuşunun sıkışmayacağının garantisi yokmuş; mekanizmasını veya tellerini değiştirmeye değmezmiş. Anlaşılan 4 sene önce Mammut'un gazabına uğradığında o kadar para verip yaptırmaya değmezmiş ve tamirci kadın paramı alabilmek için piyanomun çok değerli olduğunu söylemiş. Özellikle sordum, bu hale gelmesi yaşındanmış, yoksa başına gelen olaydan değil. Nedense bunu duymak iyi geldi biraz.
Bugün bir toplantıdayken bizim üretim şefine telefon geldi, çıkıp konuştu, döndüğünde anladık ki kızı aramış, karne müjdesi veriyormuş. Tabii herkes çocuklarının karneleriyle, aldıklarındaki tepkileriyle ilgili birşeyler anlattı, gülüşüldü; ben de katılmış göründüm.
Süzmebal bu öğlen okul çıkışı bize geldi, Almancası kırık, morali de bozuk. Akşam dışarıda yemeğe gittik, yarıyılın bitmesini, yeni bir dönemin başlamasını kutladık. Bu dönem daha çok Almanca çalışacaklarına (baba-oğul) söz verdiler. Daha üçüncü sınıfta kırık alınabileceğini düşünemezdim, şaşırdım. Shrek piyano değil de Almanca dersi aldırsa daha iyi olacak bence. Hoş piyanoya hiç hevesi yok ve sadece derste çalıyor, hiç çalışmıyor. İtiraz da etmiyor ama sırf babası istediği için gittiği çok belli. Shrek de aslında farkında ama düzenli gittiği, çalışma disiplini kazandığı bir alan olsun istiyor. Şimdiki çocuklarsa sadece bilgisayar oyunu oynamak...

21.1.08

Yok, kafamı toplayamıyorum, dağıldı bir kere. İşe kaptırmaya çalıştım, olmadı. Belki bir yere içimi dökersem yeniden işime konsantre olabilirim umuduyla bunları yazmaya başladım. Şirketten blogger’a giremeyeceğim için açtım bir word dosyası, yazmaya başladım.
Tedbir talebimizi reddeden karar daha yazılmamış, ama bu arada karşı taraf upuzun bir temyiz dilekçesini dosyaya koymuş. Yeni bir tedbir için başka yere başvurmak (ki kabul şansı çok azmış) dosyanın Ankara’ya gidişini geciktireceği için artık temyiz sürecini hızlandırmaya çalışmamız doğru olurmuş. Benim de aklıma yattı, çünkü bir arpa boyu yol alamadık nasılsa. Bu sisteme karşı duyduğum öfkeyle zehirlenmek ya da bu saçmalığı kabullenmek ve ileri bakmak, gördüğüm iki seçenek bu. Kendimi kandırmakta iyice ustalaştım galiba.
Kabullenmekten bahsediyorum ama verdikleri temyiz dilekçesini okuyunca öfkem gözümü karartmış, sinirimden alnım zonklamaya başlamıştı ki öğlen olduğunu farkettim, inip aşağıda yemek yedim, hatta çorba ve salatayla doymuş olmama rağmen bir tane kepekli top ekmek ve verdikleri muzu da yedim.
Belki avukatlığın “çamur at, izi kalsın” tarzında çalışan, hakimi yanıltma amacıyla gerçekleri saptıran veya alenen yalan söyleyen bir türü olduğunu öğrenmiş ve buna alışmış olmalıydım, ama sindiremiyorum işte, her seferinde tekrar şaşıp kalıyorum. Hiç mi korkmazlar, çekinmezler, nasıl bir hayasızlıktır bu... Ben hakim olsam böylelerine takar, hatta belki kara listeye alırdım herhalde. Dosyada okul servisinden kaçırıldığına dair şahit ifadelerinden çocuğu almaya çalışırken olanlara kadar bunca delil varken çocuğunu terkedip giden anneye velayet verilmeyeceğine dair içtihat kararlarını örnek göstermiyorlar mı deli olmak işten değil. Tabii evli (?) ve 2 çocuklu (?) bir adamla yaşadığım için çocuğa uygun ortam sağlayamayacağım gibi bölümleri saymıyorum bile. Ancak çocuk 6 yaşına geldiğinde dava açmışım (evet, ondan önceki 2 sene savcı kapılarında sürünüyordum çünkü). Hatta bazen çok basit detaylar daha çok canını acıtıyor insanın; “davacı anne çocuğun kendisinde kaldığı haftasonlarında çocuğun eğitiminden kaynaklanan yükümlülüklerinin olup olmadığını müvekkiline hiç sormamış, çocuğun ödevlerinin aksamasına neden olmuş ve sürekli olarak görüş günlerinde çocuğu Cuma akşamları saat 17.00’de alarak tekrardan diğer gün eğitiminin olduğunu bildiği halde Pazar günleri tam saat 22.00’de müvekkilime teslim etmiştir” demişler. Aaaaaay, hiç utanmıyorlar...
Yok yok, bunun bir karşılığı olmalı. İşte bu yüzden insanlar cennete, cehenneme inanıyor zaten; bu ve benzerlerinin cezasız kalacağını düşünürlerse ruhlarının huzur bulması çok zor da ondan...

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Hiçbir şeyi ertelememek lazım. Bu da nereden çıktı derseniz, haftasonu geçirdiğim keyifli zamanları anlatacaktım, Pazar akşamı tembellik ettim, sonra yazarım dedim, şimdi zor geliyor.
Öte yandan, eğlenceli şeyleri anlatırken baştan yaşarım, keyfim de düzelir.
Cumartesi neşeli bir koşturmacayla geçti. Sabah Shrek’le gidip Süzmebal’ı aldık, Nişantaşı’na piyano dersine götürdük. O dersteyken bir cafede kahvaltı yaptık, biraz da çok kaçırdık. Bir Ege kahvaltı tabağı, bir menemen, bir tost söyleyip paylaştık, ama ben yarım menemen ve yarım tostla kesildim, aklım Ege tabağındaki peynir ve zeytinlerde kaldı. Ders bitiş saatinde Shrek gidip Süzmebal’ı aldı, o da kahvaltısını yaptı. Sabah erken kalkamadığı için kahvaltı yapmadan çıkmış; zaten uyandıktan bir saat sonra ancak bir şey yiyebilen cinsten.
Onları 4.Levent’te bırakıp ben Ortaköy’e, liseden kız arkadaşlarımla buluşmaya gittimJ İlk başladığımızda 8 kızdık sınıfta; o gruptan 6’sı oradaydı; eksiklerden biri zaten Avusturya’da yaşıyor, diğerinin işi çıktı. Bana bir de evlilik hediyesi almışlar. Neşeyle kuşlar gibi cıvıldaştık, kah okul zamanındaki hallerimizi hatırlattık birbirimize, kah çocuklarımızın okul durumundan, nasıl yetiştiklerinden filan bahsettik. Ben o sıra fazla konuşmadım, daha çok aktif dinleme yaptım. 12’de sözleşmiştik ama bütün grubun toparlanması 1’i buldu. 2’den itibaren de kalkması gerekenler vardı. Aslında ben de o grubun içindeydim, ama sohbet öyle tatlı geldi ki... “Arkadaşlar, kalkmam lazım, akşama bir arkadaşa gidiyoruz, o pesto sos yapacak, ben de makarnayı yapıp götüreceğim” dediğimde kimse anlam veremedi tabii. İçlerinden “Allah Allah, ne var ki, bir paket makarna alıp haşlamakta” demişler. Bir süre sonra ben tekrar kalkmaya teşebbüs ettiğimde birinde jeton düştü, “ne yani, televizyonda gördüğüm gibi mi?” diye sordu. Çok güldüm... Birinin yanında 14 yaşındaki kızı da vardı, hepimiz “ah, ne kadar güzel, ne kadar tatlı” diye çığlıklar atmamıza rağmen hiç sıkılmadı, kalkarken annesine “ne hoşmuş arkadaşların, çok eğlenceliler” diyordu.
Epey konuşulan konulardan biri de yaşımız oldu. Kızıyla gelen arkadaşımız, kızı sorduğunda 40 yaşlarında olduğumuzu söylemiş, 14 yaşındaki genç kıza 40 çok büyük gibi gelmiş, hatta annesinin de aynı yaşta olduğuna şaşırmış. Bunun üstüne herkes yaşıyla ilgili neler hissettiğinden bahsetti; çoğunluk kendini 25’inde hissediyormuş. Ben galiba tam yaşımda hissediyorum. Hatta tam da 40 yaşında olunması gerektiği gibi olduğumu düşünüyorum. Şu ara yine ağırlığımın doruğunda olduğum için de olabilir tabii.
Sözde 2.30’da kalkacağım öğle buluşmasından bir saat rötarlı kalkıp eve uçtum, üstümü bile değiştirmeden makarnaya giriştim. Bu kez farklı bir tarif denedim, tabii önce olmadı; acelem varken niye yeni şey denerim ki... Neyse, biraz un ekleyip yoğurarak tutturdum sonunda. Akşam 5 kişi olacağız ama ikisi çocuk, 400gr undan yapsam yeter dedim ama Shrek’i gözüne az geldi. Bir bölümünde Süzmebal da yardım etti, makinanın kolunu çevirdi. Sonunda 600 gr undan yapılmış makarnayı alıp gittik Mete’ye. Çocuklar birer tabak, büyükler ikişer tabak yedi ve bitti, Shrek haklıymış.
Ertesi gün de bir başka arkadaşımız çağırmıştı, öğleden sonra geç öğle yemeğinde, galiba 5-6 çifttik. Güzel güzel sohbet edip, güzel yemekler yiyorduk ki Shrek’in “annene uğramak istiyorsan erken kalkalım” diye tehditi üzerine kalktık. Şimdiye kadar hiç benim kalkalım dediğim olmamıştır, hep Shrek benden önce davranır, hatta “se yatıya kal istersen” diye dalga geçer, ki kendi annesine gittiğimizde bile böyle olur. Ben sevdiğim insanlarla sohbet etmeye doyamıyorum galiba. Buna fırsat bulamadığım öyle çok zamanlar oldu ki...
Bu arada gece oldu, yazının son yarısını evde yazdım.
Shrek Pink Floyd’un Wish You Were Here albümünü koydu, biraz yüksek sesle onu dinliyoruz. Tınılar, ritm kalbimi sıkıştırıyor, kanım akarken şarkıya eşlik ediyor. 20 sene önceki gibi. Sanki o zamanlarda da aynı hislerle, birlikte, kendimizden geçerek dinlemişiz gibi.
Yeğenim aramış, duymamışım. Telefonda adını görünce aradım, erkek arkadaşının evinden eşyalarını alacakmış, senin arabanla gidebilir miyiz diye sordu. Tabii dedim, şimdi ne oldu diye sormuyorum, giderken anlatırsın. Tamam dedi. Ayrıldılar herhalde. Çarşamba akşamı iş çıkışı gideceğiz diye sözleştik.
Mammut’un avukatı 10 sayfalık dilekçesinde “davacı anne evli ve 2 çocuklu olduğunu bildiğimiz xxx ile yaşamaktadır, hakim bu durumu inceleme gereği görmeden, annenin ilişkisi olmasının velayeti etkilemeyeceği kararına varmıştır, elbette anne böyle bir ilişkiye girmekte özgürdür, ancak bu durumda çocuğun faydası babanın yanında kalmaktır” gibi şeyler de demiş. Shrek’e anlattım da “e doğru, ben evli ve iki çocuklu bir adamım” dedi; çok güldük.
Ah, şimdi de David Byrne’ün CD’sini koydu. Bu da çok güzel.

18.1.08

Avukatın karısı rahatsızlanmış, hastaneye yatırmışlar, o ve birlikte çalıştığı oğlu hastaneye gittikleri için, yanlarında çalışan genç avukat da üç gündür duruşmalarından sonra hemen ofise dönüyor. Yani hala öğrenemedik gerekçede ne yazıldığını, ve hala yeni bir girişimde bulunulmadı.
Ablam "kızdın mı?" deyip konuyu değiştiren bir mail atmış, cevap yazıcak vaktim olmadı (blog güncelleyecek vakit oluyor ama!)
Bu gün de kah toplantı, kah hassas konularda önemli insanlara cevap hazırlamakla geçti. Dün akşam misafirimiz olduğu, kırmızı şarap içtiğim ve geç yattığım için biraz da zor geçti. Sabah da çok zor kalktım. Shrek uyumaya devam ettiği, benimle kalkmadığı için daha da zor kalktım. Dün akşamki misafirimiz Shrek'in Bursa'da yaşayan bir arkadaşı; hem aileleri tanışıyor, hem lisede birlikte okumuşlar. Perşembe bir toplantı için İstanbul'a gelmiş, akşam Shrek onu gidip aldı, eve getirdi. Ben o arada eti fırına koydum (2 saat pişmek üzere), salatayı, sofrayı hazırladım, şarabı açtım, hatta kendime bir kadeh koydum. Sonra onlar geldi, et pişene kadar sohbet edildi, şarap içildi, Shrek amplifikatör ve hoparlör test dinletileri yaptı. Şu anda salondaki müzik sisteminde iki amfi, iki hoparlör bağlı. Çeşitli müzik türlerinin hangi amfi-hoparlör kombinasyonunda daha güzel dinlendiğine dair konuşuldu. Et dediğim de fırında kuzu but aslında (et deyip geçmemeliyim). Bir önceki gece, İstinye Park'a (bu konudaki yorumlarımı yazının ilerleyen kısmında belirteceğim) Günaydın'dan birkaç dilim antrikot alalım diye uğradık, 2 kiloluk bir kuzu budu alıp çıktık. Zaten Shrek geçenlerde cam kapaklı kocaman metal bir fırın kabı alıp gelmiş ve onu kullanmak için fırsat kolluyordu. Günaydın'daki adam bize "etrafına arpacık soğan koyun, tane karabiber iyi olur, 200 derece fırında 2 saat pişirin" dedi. Aynen dediği gibi yaptık; sadece üstüne de bol karabiber serpip ovaladım ve biraz kırmızı şarap ekledim. Piştikten sonra 15 dk kadar fırında kapağı açık olarak tutup üstünün kızarmasını sağlayınca görüntü süper oldu. Utandım, fotoğrafını çekemedim. Shrek'in arkadaşlarını seviyorum; ama daha da çok onların yanında kendimi rahat, uyumlu, denk, "benim arkadaşım da olabilirlerdi" diye hissediyor olmayı seviyorum. Geçen Cumartesi onun lise grubuyla yemeğe çıktığımızdaki duygudan bahsediyorum.
Bugün Shrek'le arkadaşı birlikte piyano bakacaklardı; iki sene önce Süzmebal'a aldığı için Shrek tecrübeli, arkadaşı ise 8 yaşındaki oğluna almak istiyormuş, ama karısı "ne olursa olsun alıp gelmeyeceğine" söz verdirmiş:) o yüzden sadece piyasa araştırması yapacaklar. Sabah onlar uyurken ben işe gittim. Gün içinde konuştuk, önümüzdeki hafta evde olduğu gün için piyano akortçusu ayarlamış Shrek, "hazır bu aralar biraz heveslisin, oturup çalıyorsun, hevesin kaçmadan yaptıralım" dedi. Gerçekten de başına oturuyorum, ama sıkışan birkaç tuş yüzünden uzun sürmüyor, söylene söylene kalkıyorum.
İstinye Park'a gelince... Alışveriş merkezlerinden nefret ediyorum. Sadece gerçekten bir şey almam gerektiğinde gidip, alacağımı alıp çıkarım. Gitmek zorunda kaldığım alışveriş merkezleriyle ilgili kötü deneyimlerim, sevimsiz çağrışımlarım vardır hep. Kanyon'u beğendiğimi itiraf etmeliyim ama sırça köşkte kendini bir Avrupa kentinde zannettirmek üzere tasarlanmış hissinden hoşlanmadım, çok yapay geldi. İstinye Park için de aynı şeyleri söylemek mümkün; hele de o Guccillerin filan bulunduğu bölümleri düşünürsek. İçindeki Pazaryeri denen yeri de aynı illüzyonu yaratıyor, ama bir yandan da o kadar hoş ki, kusur bulamadım. Tamam, öyle gezmeye gidecek, liseden kızlarla orada randevulaşacak değilim ama haftaiçi akşam uğrayıp kuzu but alınabilir. Veya başka bir akşam orada yemek de yenebilir. Sokak havasında, ama kapalı, Çiçek Pasajı'na bir gönderme sanki; çepeçevre kasap-balıkçı-vs, önlerinde masa ve sandalyeler, bir tarafta kahve, ortada manav, malatya pazarı. Hemen oradaki giriş kapısının önündeki açık otoparkta haftaiçi akşam geç saatte yer de bulunuyor. Hoş, hoş...

16.1.08

Antalya toplantısı fena geçmedi. Senede bir gördüğüm saha ekibinden biraz tebrik, biraz iltifat aldım; bir gün boyunca toplantılara katıldım; akşam gala yemeğinde 10-15 dk dans ettim, sonra da döndüm geldim.
Beğendiğim bir elbise bulamadım, siyah pantolon-ceketle idare ettim.
Cumartesi öğlen dönünce haftasonu da çabucak geçiverdi, dinlenemedim.
Bu hafta başında iki gün, işten geldiğimde yarımşar saat koşu bandında yürüdüm; hatta 2.gün küçük dumble'larınla biraz kaslarımı çalıştırdım. Koşu bandının karşısına TV düzeni kurduk aslında ama daha tam yerleşemedik. O yüzden yürürken sıkılıp erken bırakmayayım diye Shrek bana yüksek sesle kitap okudu:) Aklıma babam geldi; o da annem iş yaparken (mesela fasulye ayıklarken veya dikiş dikerken) ona kitap okurdu.
Geçen hafta Perşembe günü avukatım mahkemeye tedbir dilekçesi verdi. Durumu anlatıp, velayet kanunen annede, ancak icraya koyamıyoruz, bu nedenle karar yargıtayda kesinleşene kadar çocuğun anneye verilmesi için tedbir istiyoruz dedi. Dün hakim tedbir talebimizi reddetmiş. Gerekçesini henüz bilmiyorum, yarın öğrenecekler. Ama muhtemelen hakim dosyanın kapanmış olduğunu bahane etmiştir, oysa biz dosyaya istinaden değil, ayrıca istemiştik tedbiri. Avukatın dediğine göre, esas hakim kararı yazarken kesinleşene kadar ne olacağına ilişkin bir madde eklemediği için şimdi böyle zordaymışız, onun hatasıymış.
Ablam da bugün Strasbourg'dan mail atmış.
"Ya Dory'cigim sana hic kotu seyler yazmak istemiyorum ama dun aksam uykumda yine Teoman ile ugrastim ve sana sormak istiyorum yeni birsey var mi diye :((
Bu arada bu Irfan Bey'in (avukatım) seni cok oyaladigini, bu isi kendin ele alip gidip kimle konusacaksan konusmanin daha iyi olacagini soylemem gerek. Hicbir mahkeme karari bir annenin cocugu ile iliskisinin kesilmesine sebep olamaz. Kaldi ki bu kararda cocugun anneye teslimi isteniyor !!!!
Ozur dilerim Dory. Temcit pilavi gibi ayni seyler soyleniyor. Artik cok saftiriklik oluyor Irfan Bey'in karsi tarafin avukatiyla beraber hareket ettigini anlamamak :( :( :( :(" demiş.
Burada "saftirik" ben oluyorum. Bu arada avukatımın çoook ağırkanlı olduğu, herşeyi ağırdan aldığı gerçek tabii, ama Mammut'un avukatıyla işbirliği içinde olduğu tam bir komplo teorisi. Yok artık, daha neler!
Dün eve geldiğimde hasta gibiydim; ellerim ayaklarım buz gibi, midem bulanıyor, kafamı koyacak yer arıyordum. Bugün de yorgun geldim ama daha iyiyim. Bu hasta gibi olma hali gündüzleri işteyken yok ama. Hadi bugün işte canım sıkıldı, birkaç iş ters gitti, hem ablamın maili geldi; dün ne oldu ki? Ah, tabii ya, tedbir talebinin reddedildiğini dün öğrenmiştim. İnsanın morali ile fiziksel iyiliği arasında bu kadar mı doğrudan bir bağ olur...
Bu arada, İpek Hanım'ı anlatmış mıydım? Hani Teoman geldiğinde akşamüstü okuldan döndüğünde onu karşılaması ve öncesinde de ev işlerini yapması için anlaştığımız kadın. Önce çok gözümüzde büyüttüğümüz için şimdi biraz hayal kırıklığı yaşıyoruz, ama yine de inanılmaz bir lüks bu. Ortalık temiz; çamaşırlar yıkanıyor, ütüleniyor, yerlerine kalkıyor; hatta akşam gelince yemek hazır oluyor. Ama insanoğlu şımarık, hep mükemmeli arıyor. Shrek ilk yaptığı mercimek çorbasıyla kabak dolmasını, patates salatasını beğenmişti, ama sonra yaptığı yaprak dolma, sulu köfte ve imambayıldıya dudak büktü; erişteli mercimek acı, karnıbahar yemeği ve zeytinyağlı yer elması fazla pişmiş olunca başladı söylenmeye. Bir de kadıncağız alışmış kocası, iki yetişkin oğlu ve kayınvalidesine, ve tabii kendisine yetecek kadar yemek yapmaya, her yaptığı koca bir tencere oluyor. Kapuskayla mercimeğin yarılarını buzluğa attım, zorda kalırsam çıkaracağım. Shrek de aslında bu kadar kaprisli değildir de büfenin üstüne özellikle dizdiği vidaların sırası bozulmuş, hoparlörler yerinden oynamış, ortada bıraktığı çekiç projeksiyon makinesinin üstüne konmuş bulunca çok kızdı. Herkesin hassas olduğu konular var...
İşte hayat böyle devam ediyor.

9.1.08

Bugün Shrek Antalya'da. Yarın ben gideceğim, o dönecek; öbür gün ben de döneceğim. Cumartesi beni Süzmebal'la birlikte alandan almaya gelirler belki.
Geçen Cumartesi birlikte gidip Süzmebal'ı aldık, sonra beni anneme bıraktılar, oradan eve gittiler. Tam planladığımız gibi. Ben ablamlarla birlikte annemde vakit geçirdim, zaten kar yağıyordu. Akşam eve gittiğimde baba-oğul TV karşısında kurulmuşlar, Süzmebal kucağında bisküvi kutusuyla oturmuş film seyrediyor. Ertesi gün de sandalyeyi buzdolabının önüne çekip üstündeki abur cubur kutusunu alırken görünce anladım ki kendi evinde artık. Odasını da benimsemiş, birkaç kez "ben odamda oyun oynamaya gidiyorum" deyip odasına gitti. Sarı jaluzi güzel durdu. Shrek'in toplaması gereken şeyler var, ama çocuk babasının evindeki odasından alışık zaten. Haftaiçi bir akşam IKEA'ya uğrayıp duvara asılan fileli bir şey de aldık, ama daha asmadık.
Yarın uçağım 14.30'da ama bavul hazırlama, kuaföre gitme gibi işler yarına kaldığı için işe gitmeyeceğim. Yine üstleri bakır, altları sarıya döndü; yine boyatmak gerekiyor herhalde. O paraya Cuma günkü gala gecesinde giyecek yeni bir şey alabilirdim oysa ki... Aslında sabah erken kalkıp kuaför işini halledersem dükkanlar açıldıktan sonra 2 saat vaktim kalır. Hazır ucuzluk başlamış, kredi kartları 5-10 taksite bölüyorken gidip bir elbise alabilirim belki, şöyle sade, siyah, kollu bir elbise veya siyah pantolon-renkli üst, ama biraz uzunca bluz isteyince sadece bol tunikler bulunuyor, onlar da daha da şişman gösteriyor. Mecburen Marks&Spencer, Faik Sönmez, Atalar turu atacağım yine. Öff, bunu koca bir sene o çikolataları, kurabiyeleri, ekmekleri yemeden önce düşünecektim:(

3.1.08

Ev Halleri

Biyo'yu daha fazla merakta bırakmayayım, puf raporu vereyim: Shrek'ten gelen eski orta sehpasını yakına çekip, üstüne de iki yassı minder koyup ayağımızı uzatıveriyoruz (aynı Shrek'in evinde yaptığımız gibi - böylece yabancılık çekmiyor:); biri gelecek olursa da minderleri kanapenin üstüne fırlatıp itiyoruz sehpayı ortaya, işte bu kadar. Çok daha acil ihtiyaçlar var şu anda, puf önceliğini kaybetti.
Kapalı balkon ardiyeye dönüştü, IKEA rafları ve her türlü ıvır zıvır, boyalar, fırçalar, bagaj üstü bisiklet taşıma aparatı, kablolar, alet çantaları, tansiyon ölçme aleti, aslımayı bekleyen raflar, aynalar vs.
Süzmebal'ın odasının perdesi yarın gelir, ama yarın onu alıp geldiğimizde odanın hoşuna gitmesi için babasının artık bu akşam bilgisayarı kurup fazlalıkları dışarı çıkarması lazım; yoksa gemili halı, sarı jaluzi-sarı battaniye boşuna...
Oturma odasındaki kolilerin yarısı hala ortada duruyor, çünkü içindekilerin konulabileceği bir yer yok. Ayrıca ayıklanıp atılacakları benim ayırmam mümkün değil. Onlar ortadan kalkmayınca oradaki TV kurulamıyor, Wii oynanamıyor...
Bugün ablam aradı (İzmir'den yarın sabah geliyorlar, Pazar günü de Strasbourg'a dönecek), Cumartesi akşamı birlikte yemek yiyelim dedi, ama Süzmebal'la böyle bir program yapmak için henüz erken bence. Ben ablamla gündüz programı yaparım. Hem böylece Sheek'le Süzmebal da evde bensiz zaman geçirirler. Babasının evi olarak benimsemesini kolaylaştırır diye düşünüyorum. Yayılıp oturmadığı, yere yatıp film seyretmediği, oyuncaklarını yaymadığı, mutfağını dağıtmadığı bir eve kendi evi diyebilir mi insan?!
Burada ADSL ve Digiturk var (çünkü Teoman JoJo istediydi), Shrek'in evinde de KabloTV ve Kablonet. Onlar da benim adıma kayıtlıydı zaten, o eve taşınırken ben çıkarttıydım ona, hatta telefonu da benim adımadır. Onları da buraya naklettiriyoruz şimdi. Böylece çift telefon (biri sadece onun hastaları için), hem Digitürk (çocuklar için), hem KabloTV (bize çok bile- zaten sadece koşu bandı karşısında işe yarayacak); (bir deneyelim, hangisi kötüyse onu kapattırırız diye) hem ADSL, hem KabloNet oldu evde.
Shrek'in annesi ve babası çok sevimli insanlar; kibar, akıllı, kültürlü ve canayakın - bu özellikleri bir arada bulmak öyle zor ki... Babam hayatta olsaydı eminim çok iyi anlaşır, bizsiz de görüşmeye başlarlardı, ama 15 yıl önce babamı kaybettikten sonra annem daha da müzmin oldu sanki. Hele de bu son yıllarda yaşadıklarımız, babamdan sonra yok olmaya yüz tutan yaşama zevkini iyice azalttı. İyi hissetme hakkı görmüyor sanki kendinde. Eh, ben de kolay aşmadım o duyguyu...
Benim geçmişim konu olmuyor tabii onların yanında, ancak Shrek'in eski karısından öğrendikleri yalan yanlış şeyler ve Shrek'ten öğrendikleri ufak tefek şeyler var. Bana da sormuyorlar elbette. Ben bir şeyler anlatırken ufak ipuçları çıkıyor ortaya, lafı nasıl toplayacağımı bilmiyorum. İran-Van kırması, dünya güzeli bir kedileri var. Nikahta tanıştıkları dayım da çok sever hayvanları. Hatta sokakta hasta bulup büyüttüğü son köpeği Tahin'i uyutmak zorunda kaldığını anlatırken ağlamış. Ondan bahsederken ben de "benim de köpeğim vardı, iyi eğitemediydim, sokakta dolaştıramadım o yüzden, bahçede tasmasını açar koştururdum" diye anlatmaya başladım. Babası "sonra ne oldu?" diye soruverdi:) e "ben boşanırken bahçeli evi ilk kocama bıraktım, tek başıma dağ başında oturmaya korktum, bahçe kimde kaldıysa köpek de mecburen onda kaldı" diyemedim tabii, bahçeli evden taşınırken bırakmak zorunda kaldım diye ağzımda geveledim. Tabii çok saçma oldu!
Nasıl hitap edeceğimi de bilemediğim için hitap etmiyorum şimdilik. Yüzyüze konuşurken kolay da, telefon açtıklarında "Aa merhaba, nasılsınız?" diyorum. Babası telefon ettiyse, Shrek'e vermeden önce "iyi akşamlar" diyorum mesela, ama iletsin diye annesine selam söyleyemiyorum. Hayatın çok basit durumları karşısında bile ne acemi kalıyor insan bazen...

2.1.08

En romantik yeni yıl mesajı:)

Bugün fark ettim ki, iki gündür lise grubu birbirine yeni yıl kutlama mesajları gönderiyormuş; ben de kervana katıldım ve

"Yılbaşı heyecanınız geçmiştir ama yeni bir yıla başlamanın heyecanı henüz geçmemiştir umarım.
Hayatınızda açacağınız 2008 sayfanızı, sevgi, barış, bolluk, sağlık, başarı ve eğlence renkleri ile boyamanız dileğiyle...
Benim için 2008 yeni sayfa değil, yeni defter bile sayılabilir, çünkü yeni yıla -bence dünyanın en iyimser, en romantik şeylerinden birini yapmış- evlenmiş olarak giriyorum.
Sizleri önceden haberdar etmediğim veya davet edemediğim için kusura bakmayın; bir sonraki buluşmamızı yakın bir zamanda yaparsak bir kadeh de bunu kutlamak için kaldırırız artık... Hoş, bahaneye ihtiyacımız yok ya neyse:)
Herkese sevgiler"

diye yazdım.
Ama onlara fotoğraf göndermedim:))